20080120

konuşan oda



2000 yılında kendini Oda Projesi olarak adlandıran grup üyeleri (Özge Açıkkol-Güneş Savaş –Seçil Yersel), bir sanatçı kolektifi olarak 8 sene Galata, Şahkulu Sokak 39 numarada, 45 metrekarelik mekânda komşuları ve farklı disiplinlerden kişi ve gruplar ile çalıştı. 2005 yılında İstanbul’un özellikle tarihi merkezlerini içine alan dönüşüm projelerinden biri proje grubunu yerinden etti ve uzun bir süredir “mekân” ve olanakları üzerine düşünüp, çalışmalarına devam ediyorlar. Açık Radyo 94.9 FM şu anda grubun yeni mekânlarından biri.

Acilen Kiralık Oda arar gibi düşüncelerinin arasında dolaşan Oda Projesi üyeleri kendi içinde ve bazen kendi kendine konuşmaktadır. Bu konuşmalardan biri 2005 Kasım ayında gerçekleşti. 2007 Mart ayında yeniden okundu ve paylaşıma açıldı.

Seçil: Bir Oda Projesi üyesi olarak yeni bir mekân senin için ne ifade ediyor? İlerleyen günler ve olası projeler ve düşünceler ile birlikte Oda Projesi/mekân ilişkisi nasıl tanımlanabilir?

Güneş:
Belki de Oda Projesi’nin mekânla ilişkisi pek de tanımlanacak bir şey değil. Değil mi ki Oda Projesi her çalışmada hem mahallede hem de mahalle dışında mekânı sürekli farklı şekillerde tekrar tekrar okuyup, tekrar tekrar yorumlayıp, tekrar tekrar deneyimliyor. Belirli bir çerçevesi olmayan bir şeyi tanımlayabilir miyiz? Bir Oda Projesi üyesi olarak yeni bir mekân bana yeni bir enerjiyi tarif ediyor. Yeni bir girişim. Girişimci ruhun yeniden hareketlenmesi. Mahalle artık çok bildik ve içinde rahatça hareket edebildiğimiz bir tuzak alan belki de Oda Projesi için. Diğer kişileri kendi bildik alanlarından çıkarıp mahalleye davet ederken onları korunaklı alanlarından da dışarıya davet etmeyi düşündük hep. Şimdi Oda Projesi’nin korunaklı alanlardan çıkma zamanı geldi. Mahalleyle ilişki ve orada oranın kaldıracağı şekilde yeni projeler üretmek, sürdürmemiz gereken yol (mahallede bizim tanıdıklarımız ikamet etmeye devam ettiği sürece). Mahallede Oda Projesi’nin var olma ve proje üretme şeklinin daha içe dönük, dışarıdan izleyici, katılımcı davet etmeyen ve mahallenin yeni enerjisine, sürecine yönelik çalışmalar yapmak olması gerektiğini düşünüyorum. Aslında artık Oda Projesi tam bir misafir mahallede ve bu yüzden ev sahibiymişcesine projeler üretmesindense tamamen dışardan bir göz olarak çalışmaya devam etmesi daha uygun. Özge, şehrin değişen merkezinden uzaklaşmadan bu değişime direnç göstererek, bu değişen alanlarda yeni var olma modelleri üretmekten bahsediyordu, işte bence mahallede yeni var olma şeklimiz tam da bu direnç üzerinde kurulmalı. Hem mahalle hem İstanbul bizim gezici çalışmalar yapmamız için kuvvetli bir zemin.

Seçil: Oda Projesi’nin mekânla olan ilişkisi “tarif edilemez” midir?

Güneş: Her defasında yeniden yeniden kurulur Oda Projesi’nin mekânla ilişkisi (her çalışmada), değişir. Sabit kalmaz. Çerçevesi yoktur. Oda Projesi mekânları yararsız uzamlar olarak yorumlar. Kendi içinde anlamları olan mekânların kullanım şekillerini değiştirir, kendi mekânlarını tek yönlü kullanmaz. Bu da bir tanım.

Seçil: “Mahallenin kaldıracağı projelerle” ne demek istiyorsun?

Güneş: Uyumlu projeler değil burada demek istediğim. Ya da mahallede yapılabilecekler, yapılamayacaklar üzerine bir sınırlama da önermiyorum. Ama mutenalaşma, yer değiştirme, mekân üretme, dönüştürme üzerine düşünmeye devam etmeyi talep ediyorum. Yani bir film gösteriyorsak, ya da bir yemek projesi yapıyorsak (yani aracı oluyorsak) dışarda kalmamaktan, yapmış olmak için yapmamaktan dem vurmaya çalıştım ben. Son iki projeye sadece mekân açmış olmak, üstelik bunu aramızda konuşmamış olmak, “e hadi yapalım o zaman” gibi tavırlardan rahatsızlık duyduğumun altını çizmek istiyordum “mahalleye uygun” derken. Bir sakinleşme, uygun kaçanı yapmak ya da mutasıplaşmadan çok, ordan enerjisini alan projeler üretmekti kastım. Mahalle kaynaklı düşünmek tekrar. Buna zaten İstanbul üzerinden düşünmek de diyebilirim. Mesela mahallede haftalık fanzin türü bir gazete çıkarmak. Yalan haberlerimize yeni bir alan. Tabii var olan yerel gazetelere sızmak da ayrıca çok önemli. (Mesela Birgün gazetesinin kent sayfasında bize bir küçük köşe açmalarını önerebiliriz?)

Özge: Mahallede mekânımızın olmaması orada eylememize engel değildir. Bağlantının kopmaması adına da bir araçtır aynı zamanda. Elbette gidip orada “normal zaman” geçirmek de çok önemli ama bu hep önemliydi, yani Aydan’ın da ya da kitapta ( Mahalle, Oda , Komşu, Misafir? kitabı ) başka yazarların da söylediği gibi Oda Projesi çoktan yersizleşmişti zaten. Bu mekândan taşınmadan çok önce, hatta ilk başından itibaren. Orası yararsız bir uzam’dı, gittiğimiz birçok yerde de yarattığımız gibi. O odayı alıp başka bir yere de koyabilirdik. Belirgin bir işlevi olmaması onu bir ‘yer’ olmaktan da çıkarıyordu zaten. Oda’nın mekân kullanım biçimine baktığımızda, o mekânın sürekli dönüştüğünü görüyoruz. Bu, çeşitli alanlara sıçrama taktiğinin de bir uzantısı aslında, “gazeteci olarak sanatçı”, “sosyal çalışan olarak sanatçı” gibi rol değişimlerini sanatsal bir strateji olarak kabul ettik başından beri. Mahalleyle olan ilişki de bunun üzerinden sorgulanabilir. Mekân şu açıdan önemli, kendi tarif edebileceğin bir mekân olduğu sürece: yani Charles Esche ve Vasıf Kortun’un son konuşmasında da vardı ya: kamusal alan yaratmak. Bu da bir İstanbul dinamiği; Oda İstanbul’dan cesaret alarak bir kamusal alan yaratma çabasına girişti, bunu da her yerde devam ettirmeli. Belki de buna, tam da aslında, kentin büyük ölçüde değişmeye başladığı bölgede yaparak, yumuşak bir geçiş yaparak devam etmeli. Orada direnmek anlamında değil ama hâlâ kendi mekânını üretebileceğini göstermek: hem potansiyel üreticilere, hem de bu kullanımı engellemek isteyenlere, o değişim bölgesinin ta içinden, onun kendi dinamiklerini kullanarak, sorgulayarak. Herkes Beyoğlu’na geliyorsa ne iyi işte, o yoğunluk bölgesini dağıtmak için, öncelikle oradan hareket etmek gerekir gibi geliyor bana yine de. Ama özellikle şu bölgeyi seçelim dediğimizde o zaman yine seçkinci bir tavırdan bahsedebiliriz, biz kendi cemaatimizi hiçbir zaman seçmedik, şu türden kişilere hitap edelim diye bir şey olmadı. Yani ben Oda Projesi tavrı olarak yine sızmalarla devam etmek gerekir diye düşünüyorum, yani başkaldıran bir edayla değil ama çürütülmesi gereken durumu kendi içinden çürütmek, tıpkı turuncu kutuların içindeki Radikal ilanı gibi .
Bir süre mekânsız olmak da bir olasılık. Yani bu kadar kalıcı, değişmez, sabit alanların İstanbul’da yaratılmaya çalışıldığı bugünlerde belki de böyle sahte, geçici alanlar yaratmak daha anlamlı olabilir. Bir yeri bir günlüğüne kafeye, okula, sanat mekânına falan dönüştürmek gibi. Aslında sanatın girip çıktığı ve soylulaştırdığı alanları tam tersine bir işleyişte, mesela bir galeriyi bakkal’a çevirerek “soysuzlaştırmak” gibi bir anlayış bu. (Mesela Sarkis’in Bir Kilometre Taşı buna benzer bir tasarıydı ama tamamen sanat bağlamının kendi içinde kalarak yapılmış bir dönüştürmeydi).

Seçil: Benim mahalle ile kurduğum ilişki şu şekilde; ben mahalle içi çalışmaların bir evresinin tamamlandığını düşünüyorum. Bu evrede orada bir şey yapmak ve buna “proje” demek. Ben şu aşamada mahalle ile olan düz ayak komşuluk ilişkimizin üzerine düşünmemiz gerektiğine inanıyorum. Bizim komşu olarak Şahkulu’nda bulunduğumuzdan kimsenin haberi olmak zorunda değil. Ben Oda Projesi açısından, mahalle ile olan ilişkinin, komşuluk ve yeni şebeke ağları çizmek olduğunu düşünüyorum. Bu aşamada mahalleye gidip “biz geldik şöyle bir projemiz var” demek, bana Şahkulu sokak ve komşuları ile geçirilen 8 sene sonrasında cok basit bir ilişki modeli gibi geliyor.

Özge: Ben mahalleli ile kurduğumuz ilişki kadar diğer ilişkileri de önemsememiz gerektiğini düşünüyorum. Yani 8 sene önemli bir süreç ama örneğin Mustafa Tetik ve arkadaşlarıyla geçirdiğimiz sürecin de (İstanbul Bienali dönemi gecekondu projesi) yeniden ve yeniden ele alınması ve o anlamda devam ettirilmesi gerekiyor. Bu zamana bağlı değil ve şu an bir mekâna bağlı olmamak da bunun için bir fırsat olabilir. Bu başka mekânlara bağlılık anlamında gelebilir tabii. Kitap bunun için önemli. Yani projelerin gerçek zamanları, süreçleri dışında hepsi aynı ve tek ölçeğe sahip bir süreç aslında, kendi zamanı var. 8 sene ya da bir saat diye adlandırılamayacak olan bir zaman birimi var. “Pause” diyoruz ya hep aslında, bildiğimiz zamanın durdurulması ile ilgili olduğu için belirli bir zamanı yok aslında, bunu da projeler sağlıyor, yararsız bir uzam gibi yararsız bir zaman. Bu yüzden hem mahalle, hem de diğer ilişkilerimizi ben birbirinden ayırmıyorum.

Seçil: Mahalleye ya da herhangi bir yere misafir davet etmek için ne tür bir pozisyonda olmak gerekir?

Güneş: Misafir, başkalarını misafir edebilir. Evsahibiymişcesine rol yapabilir. Patavatsız olabilir, hafif kaçkın (ya da çokça) olabilir. Benim derdim yeni konumumuz üzerine bir tartışma açmak. Her şey eskisi gibiymişçesine çalışmaya devam etmemek. Aslında bu misafir kavramı siz Almanya’dayken benim mahalleye gidip avluda geçirdiğim zamanın bir ürünü. Camdan ya da balkondan bakan herkesin oradaki varlığımı bir misafir olarak, üstelik yersiz yurtsuz kapı dışında kalmış bir misafir olarak yorumlamalarından çıktı. Ayrıca her Vahide hanımla karşılaşmamızda “daha çok gelin, daha çok misafirimiz olun” diye ısrar etmesi de yine beni bu misafir olma üzerine düşünmeye itti.

Seçil: Ev sahibi kime denir?

Güneş: Bir mekânda ikamet edene. Ama rol çalmak, -mış gibi yapmak Oda Projesi’ne her daim mübah.

Seçil: Ev sahibi de -mış gibi yapar, hem de öyle bir yapar ki onun gerçekten ev sahibi olduğuna inanırsın. Ev sahibi kendini ev sahibi gibi hissedendir bence. Mahalleye düzenli olarak gidip gelmek ne demektir?

Güneş: Bilmiyorum. Herhalde mahallede daha çok zaman geçirmeye denk düşüyor.

Seçil: “Biz farklı ortamlarda buluştuk zaten mahalleliyle, kimi zaman sanat projesinde, kimi zaman sadece gündelik hayatın içinde. Yani bu ilişkinin kendisi bir öneriydi” diyor Özge ama bu ilişkinin bir öneri olduğunu biz ilişkileri kurarken değil, sonrasında adlandırdık. Yani ilişki kurmaya devam etmeden nasıl bunun üzerine düşünüp tartışabiliriz?

Özge: Paylaşmak üzerine hareket ettiğimizde gerçek bir ilişki oluyor sanki. Ki daha önce mekânımızı da paylaşıyorduk… Şimdi belki bu bilgi paylaşımı dediğimiz şey üzerine düşünmeye başlamalıyız. Yani ben Nurcan’larda oyun oynadığımda mesela, orada geçirdiğim zaman daha anlamlı geliyor. Ya da boş zaman nedir mesela? “Ben boş zamanlarımda mahalleye giderim”den ötede bir şey olmalı bu eylem. Yine daha önceki araçlarımızı, ya da yeni üreteceğimiz araçları kullanarak ilişki kurmak önemli geliyor, mahalleliyle ya da daha önce ilişkide olduğumuz herhangi biriyle. Ve bu boş zaman üzerinden mekânı kurmak mı? Karışık biraz…

Seçil: Mahallede geçirilecek zamanı sen ne üzerinden kurguluyorsun? Boş zamanı herkes bir tarif etse mesela, nedir Boş Zaman? Önemli bir konu. Salt “ilişkimiz devam etsin” bile -ki bunu kasdetmedik- önemli, çünkü ilişki böyle bir şeydir zaten. İstersin ki kesilmesin bitmesin, bunun için de çaba verirsin, emek harcarsın, bir şey olsun da ilişki devam etsin diye beklemezsin (bunu genelleyebiliriz de), ilişkiyi devam ettirirsin.

Güneş: Yeni ilişkiler üretmeye devam.

Seçil: Oda’nın Asya yakasına geçip geçmemesi konusundaki çekince nedir tam olarak?

Güneş: Benim çekincem yok, hatta son zamanlarda düşündükçe tercih ettiğim bir şey olduğunu farkettim. Çünkü 8 yıllık deneyimimizden bir hayli farklı bir ortam ve sosyal örgüler sunan bir alan. Neler yapabileceğimiz de biraz daha tanışıklığı arttırarak göreceğimiz bir şey.

Seçil: Karşıya geçmek ne demektir?

Özge: Eğer bir yer seçeceksek, onun çatısını iyi kurmak gerekir, yani bir kitap yazmak, bir metin yazmak kadar zihinsel bir eylem bizim için aslında, nasıl ki bir kitabın çatısını kurarsın o mekâna da öyle yaklaşmalı, yani orası neyi anlatacak, hangi unsurları bir araya getirecek? Aktörleri kimler olacak… bu çok önemli geliyor bana, o yüzden biraz erken diyorum ben sadece… Şimdiki durumumuzun dinamiklerinden de faydalanmalı diyorum, çekincem yok…

Seçil: Şimdiki durumun dinamiklerinden yararlanalım mesela, hemen bir Annex gazetesi çıkartarak ama bence kesinlikle fiziksel mekânlarda kendimizi kurgulamaktan korkmayalım.
“Zaten ütopya mekânı yeni bir dünyaya dönüştürülmeyi bekleyen bir boşluk değil midir? Bir mekân nasıl sabit ve belirli bir hale gelmekten kaçınabilir?”
Bir yer seçmenin nesi seçkinci bir tavırdır?

Özge: Oda Projesi şimdiye kadar hep elindeki koşullara göre hareket ettiği ve o koşulların akışına kendini bırakmış olduğu için bir mekân seçmek bana yeni bir şey gibi geliyor. Yani ikinci oda’ya geçişimiz nasıl tesadüfi olduysa yine o akış içinde devam etmek (en azından bir süre daha) Oda Projesi için daha uygunmuş gibi geliyor.

Seçil: Bir mekânda yer almak ile sızmak hem paralel hem de ayrı şeyler değil mi?

Özge: Mekânda varolmak o mekânı değiştirip dönüştürmek, işleviyle oynamak, yani Oda’da mahallede yaptığımız ya da Tensta’da (Stockholm) bir parça yaptığımız gibi. Ama “sızmak”, yapıyı değiştirmeden içeriden dürtmek gibi daha çok. Yani sorun olarak ileri sürülen bir durum karşısında aldığımız bir tavırdır sızmak, sızlanmak yerine sızmak yani, mutenalaşmayı da bu anlamda bir sorun olarak görmeden, o sürece kentin imgesini değiştiren herhangi bir unsurmuş gibi bakmak, ya da deprem projesinde yaptığımız. Sızarak dönüştürmek diyebiliriz.

Seçil: Kapalı sitelere gitmek, bir yer seçmek anlamına gelmiyor mu?

Güneş: İyi bir seçim olduğunu düşünüyorum. Ama öncelikli olduğunu ya da yeni bir mekân edinmenin yerini tuttuğunu düşünmüyorum. Üzerinde düşünüp programladıktan sonra gelişebilecek ilginç bir alan.

Özge: Ben kapalı siteyi geçici bir alan olarak söylemiştim. Kesinlikle yeni mekânımız orası olsun diye değil ama önceki deneyimlere göre, yani periferide yapılan projelerden sonra İstanbul’da bunu deneyimlemek nasıl bir şey olur, hem de tüm bu kent merkezinin mutenalaşma hikâyesinden sonra.

Seçil: Benim bu yazışmalardan hissettigim mekân konusunda süren belirsizlik. Mahallede olmanın ya da olmamanın yanı sıra, nasıl orada olacağımız konusunda da düşünme halindeyiz, galiba.

Güneş: Evet benim aklımı kurcalayan bu. Siz Almanya’dayken mahallenin avlusunda bir masa eşliğinde geçirdiğim süreç de bu sorunun bir sonucu. Ama aslında mahalleye özel bir gazete veya başka bir proje üreterek bu yöntemi bulacağız gibi geliyor bana. Tıpkı Seçil’in dediği gibi biz ilişkileri üretip sonra dönüp üzerine konuştuk. Bir başlangıç yapmaya ihtiyacımız var ve benim önerim mahalleliyle birlikte fotokopi bir gazete çıkarmak.

Seçil: Niye fotokopi bir gazete çıkarıyoruz? Bu yine dışarıdan, bizim önceki deneyimlerimizle bakıp, iyi olur diyeceğimiz bir şey.

Özge: Bence basılı bir gazete çıkaralım ama sadece Şahkulu üzerine yoğunlaşan bir gazete değil, Şahkulu onun bir parçası olabilir ancak.

Seçil: Güneş’in mahalle ile olan ilişkisi kendisini gerçekten misafir hissetme ve ona göre davranma noktasında. Belki de benim için fazla gerçekçi ve kimi zaman durdurucu, dönüştürücü değil uzlaşımcı. Ben uzlaşımcı olma taraftarı değilim.

Güneş: Hayır böyle demek istemedim. Uzlaşımcı ya da çekingen bir tavır edinmemiz gerektiğine inanmıyorum. Bu Oda Projesi’nin çalışma biçimi değil. Bunu önceki sorularda açabildiğimi umuyorum.

Seçil: Özge ise kendisinin (kişisel deneyimi) mahalle ile olan ilişkisi üzerinden bir devamlılık gösteriyor Oda Projesi ve mahalle ilişkisini düşünürken ve devam diyor, nasıl devam ediyorsak fazla da dert etmeden devam. Mekân seçmek tehlikeli bu yüzden sızalım ya da geçici alanlar yaratalım diyor.

Özge: Fazla dert etmeden devam değil tam tersi, yukarıda da anlattığım gibi “projeyi dert ederek devam” diyorum ben. Hep onun üzerinden bakıyorum, başka türlü de yapamam zaten. Yani özetle projenin zaten yersizleşmeye çoktan başlamış olmasından hareketle.

Seçil: Aslında burada mahalle ile olan düşünümlerde ortaya çıkan, mahalle ile olan ilişkimizi kendi biricik kişisel hissediş ve deneyim alanımızdan çıkarmamız. Tabii ki Oda Projesi hali de belirgin, ama hakim olan ve hatta yönlendiren daha çok kişisel bakışlarımız. Ki bence bu noktada Oda Projesi’nden bahsetmek zor hale gelebiliyor. Tabii ki kendi kendimizi soyutlayalım demiyorum ama ortak düşünme ve paylaşma noktasında bunların sanki geri planda olması önemli.

Özge: Kişisel değil diyorum yine benim derdim projeyle… Genel anlamda Oda Projesi’yle, sadece Şahkulu deneyimi değil…

Seçil: Bir tehlike olarak hissettiğim; kendimize yani burada Oda Projesi’ne, başkalarının dilinden ve gözünden ve yorumundan bakmak. Bu yorumları kullanabiliriz ama bence projeye sadece bu açıdan bakmak, bir tür yabancılaşma da getirir. Ya da aşırı-yorum. Öyle bir aşamadayız ki üzerimize yazılmayan bir dönemden, üzerimize konuşulan, yazılan ve hatta dedikodusu yapılan bir döneme geçtik. “Marka” olduk. Ben bunların iyi sindirilmesi gerektiğini ve yorumun, deneyimin önüne geçmemesi gerektiğini düşünüyorum.
Biz ki eyleyeniz, teorize eder hale gelmeyelim.

Özge: Ama terörize eder hale de gelmeyelim. Uzlaşımcı olmak ya da olmamak, bunu tam anlayamadım sanırım. Ama teorinin deneyimin önüne geçmemesi gerektiği konusunda haklısın. Bu çoğu zaman kendimi bulduğum bir çıkmaz haline geliyor. Ama deneyim üzerinden fikir üretmek her zaman çok önemli. Yani fikirsiz kalmayalım.

Seçil: Bu yorumlardan sonra, bence Oda Projesi- mekân ilişkisi:
*Mahalle (Yerden Mekâna) (Şahkulu mahallesi)
*Mekâna dönüşecek yerler (Mekândan Yere) (radyo, gazete, bilbord…)
*Yeni mahalle (Mekândan Yere)

Her biri ile olan ilişki konusunda önemli ortaklıklar ve deneyim farkları var. “Mahalle” artık deneyimimizde ve düşüncemizde kavramsallaştı yani birkaç aşama ile önce yer’ken sonra mekân oldu. Ama biz şimdi bu iki oluş halinin de deneyimine sahip olduğumuz için ikisini de kullanabilir hale geldik, ya da öyle olmalı. “Mekâna dönüşecek yerler”; bunların birinin içinde çalışıyoruz, Açık Radyo, bunun devam etmesi önemli ve gazete yeni alan ya da paralel alan olabilir. “Yeni mahalle”; eninde sonunda seçilecek bir yer. Fiziksel mekân her anlamda bir ihtiyaç henüz hareketli olma vakti değil gibi geliyor bana. Yeni mekân Oda Projesi için, İstanbul için, İstanbul sanat ortamı için nedir? Daha çok düşünmeliyiz. Öyle ya da böyle, ama dediğim gibi “yeni yerden ne bekliyoruz?”un soruları ve cevapları bulanık görünüyor. Henüz daha MAHALLE ile hesaplaşıyoruz belki de daha çok yapmalıyız bunu.
Yaşasın büyük harfli MAHALLE!

Güneş: Yaşasın yeni bir mekân üretmek, yaşasın yeni bir mahalle!

Özge: Ben ise büyük harfle KİTAP diyorum daha ziyade, yani bizim kitap “Oda, Mahalle, Komşu, Misafir”; yeni mahalle diye bir kavrayışım yok şu anda. Şahkulu’ndaki yarışmada da yaptığımız gibi hep bir model olacak önümde çünkü, pek aşılamayacak bir model. Ondan yeni bir mahalle üretmek gibi. Kitap ise tüm ilişkimizin toplandığı yer. Yani ben de diyorum ki “kitap mimariyi öldürecek”, benim için hâlâ geçerli bir şey. Yeni mahalle’yi de ondan yola çıkarak tasarlamalı diyorum aslında, yani nereye gidersek gidelim, kuracağımız çatı için bir “şartname” olacak gibi geliyor.

Seçil: Kitap mimariyi öldürmesin, ya da öldürdüğü alan yine kitabın içinde olsun; diyeceğim ben. Bu konuşma bitmez, devamı yeni günlere. Bizi dinleyenlere, okuyanlara, bize katılanlara teşekkürler …