20101201
20101122
TONGUE projesi dokümantasyonu Kunstverein Wolfsburg ve LE GRAND CAFÉ, Centre d'art contemporain, Saint-Nazaire'de
Communauté / Gemeinschaft / Community
Curators: Anne Kersten, Sophie Legrandjaques
Kunstverein Wolfsburg 27.11.2010 – 06.02.2011
Opening: 26.11.2010, 19:00, Le Grand Café, St. Nazaires
19.03.2011 – 08.05.2011
Artists: Lara Almarcegui (E/NL), Bertille Bak (F), Johanna Billing (SE), Jeremy Deller (GB), Oda Projesi & Nadin Reschke (TR/D), raumlaborberlin / Markus Bader (D)
www.kunstverein-wolfsburg.de
kunstverein@wolfsburg.de
photo by: Marc Domage
Curators: Sophie Legrandjacques, director of Le Grand Café in Saint-Nazaire, France and Anne Kersten, curator of the Kunstverein in Wolfsburg, Germany
LE GRAND CAFÉ, Centre d'art contemporain, Saint-Nazaire (F)
Place des Quatre z'horloges
44 600 Saint-Nazaire – France
www.grandcafe-saintnazaire.fr
20101107
özgeçmiş
yaklaşık bir senedir, oda projesi olarak sanatçıların, sanat çerçevesinde ve çevresinde eyleyen kişilerin ayakta kalabilmek için neler yaptıkları, bunu yapıtlarıyla nasıl ilişkilendirdikleri ile ilgili bir kitap üzerine çalışıyoruz. bu projeyi oluştururken kişisel bir ihtiyaçtan yola çıktığımızı söyleyebiliriz, oda projesi ismini aldığımızdan beri hem kent içindeki ayakta kalma koşulları ve taktikleriyle ilgilenirken (gecekondu, tezgahlar, deprem konutları) hem de üretimimizin ayakta kalmasına dair çabalarken ve çok düşük hatta bazen bütçe ötesi projeler yaparak bir sanat projesi olarak devam etmenin yollarını araştırdık. zaman içinde bu arayış, farklı işlerde de çalışma meselesine evrildi. kendi yöntemlerimizin yanı sıra, hem kişisel merakımızdan hem de, sanatçıların/sanat ortamı içinde eyleyenlerin kendilerine özgü geçiminin, başka sanatçılar için de örnek oluşturabileceği ve faydalı olabileceğinden hareketle sanatçıların/sanat ortamı içinde eyleyenlerin "iş" yaşamına yoğunlaşan bu kitabı yapmak istedik.
bu çalışma ile alışageldiğimiz sanatçı biyografisi dışında bir tür arka plan biyografisi sunarak, "sisteme dahil olmak, sistemi fırsat bilmek, sistemi içinden ya da dışından eleştirmek veya sisteme hiç dahil olmamak"la ilgili çeşitli ipuçlarının yakalanabileceğini umuyoruz. aynı zamanda hem bir anlatı oluşturmayı, hem de kitaba katılacak kişiler arasında bir deneyim paylaşımı sağlamayı öngörüyoruz.
bu çalışma ile alışageldiğimiz sanatçı biyografisi dışında bir tür arka plan biyografisi sunarak, "sisteme dahil olmak, sistemi fırsat bilmek, sistemi içinden ya da dışından eleştirmek veya sisteme hiç dahil olmamak"la ilgili çeşitli ipuçlarının yakalanabileceğini umuyoruz. aynı zamanda hem bir anlatı oluşturmayı, hem de kitaba katılacak kişiler arasında bir deneyim paylaşımı sağlamayı öngörüyoruz.
20100928
TOPHANE VE ODA PROJESİ DENEYİMİ
8 yıl boyunca aynı mahallede "güncel sanat projeleri" gerçekleştirmiş ve yerinden ayrıldıktan sonra da çalışmalarına devam etmiş bir sanatçı kolektifi olan Oda Projesi olarak Tophane'de saldırı boyutunu alan olaylardan biz sanatçıların ve galericilerin de sorumlu olduğuna inanıyoruz.
Bu coğrafyada yaşayıp çalışan entellektüellerin genellikle kendinden farklı olan kişilerle ilişkiye geçmemesi, geçememesi, kendisini hep "öğreten" ve “başka” konumunda görmesi bugünkü olayların birçok nedeninden biri. Türkiye'de neredeyse gelenekselleşmiş olan sürekli bir karşılıklı dışlama potansiyelinin sonuçlarını yaşadığımızı düşünüyoruz.
Tophane’deki sanatçıların ve galeri sahiplerinin tümünün, mahallesiyle Oda Projesi deneyimi benzeri bir ilişkiye geçmesi zorunlu ve gerekli değildir elbette. (Bu deneyim yüzyüze, diyalog halinde, karşılıklılığı ve dinlemeyi ön plana alan, mekan kullanımlarına dikkat eden, özel ve ortak alanların hassas dengeler ile nasıl içiçe geçebildiğini gören, ve buna göre kimilerince “yumuşak” olarak değerlendirilen ilişki kurma ve üretme biçimleri üzerine düşünen bir deneyim; halihazırdaki gündelik yaşam pratiklerine saygı duyan zor bir bakış.) Ama özellikle Outlet, Depo ve Galeri Non gibi politik işlere ev sahipliği yapan duyarlı galerilerin/sanat mekanlarının, bulundukları çevrenin sosyal dokusunu gözetmekte o kadar da duyarlı davranmamış olması şaşırtıcıdır. "Tophane Art Walk" başlığının ve böylesine şok edici bir olayın ardından kaleme alınan basın açıklamasının yazılı versiyonunun veya internette yayılan metninin sadece İngilizce olması da düşündürücüdür. Başka dünyaları kapsamaya çalışırken, dışlamış olabileceklerimize dönüp bakmak gerekiyor, hele ki bu kişilerle aynı mekanı paylaşıyorsak. Örneğin Tophane galerileri, sanatçılar ve sanat izleyicileri imzalı basın açıklamasındaki*, tam Türkçeye çeviremediğimiz, bir kavram olan "community projects" olarak neyin kastedildiğini ve neler yapıldığını merak ediyoruz. Yine aynı basın bülteninde "şiddetin kabul edilemezliği"nin İstanbul’un “kültür başkenti” olmasına bağlanması da güncel sanatın ve güncel politikanın nasıl da birlikte, el ele kol kola hareket edebildiğini göstermektedir. Sanatçı ve galericiler neden hemen “taraf”larına geçtiler, neden işlerine yansıyan politik, eleştirel ve soğukkanlı bakışı bu olaya bakarken ve olayı açıklarken koruyamadılar? Radikal, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinin neredeyse tüm Tophane halkına yönelik, kutuplaşmayı destekleyen manşetleri, mutenalaşma anlamında hassas bir konumda olan Tophane'de yaşayanlara dair "bu insanlar buradan gitmeli" anlayışını meşrulaştırmıyor mu? Galeriler beyanlarında buna dikkat ediyorlar etmesine, ama medyanın bugünkü söylemi ya şiddeti, ya da insanların yerinden edilmesini meşrulaştırıyor.
Olayın sürekli yadsınmaya çalışılan ve "şiddeti meşrulaştırma" çalışması olarak nitelendiğinden, tartışılmasından neredeyse suçluluk duyacağımız başka bir boyutu ise, Tophane'nin bugün hızla mutenalaşmakta olan Galata, aşağıdan Karaköy ve özellikle İstanbul Modern ve Galataport projesi ile ve yukarıdan Galatasaray-Yeni Çarşı caddesi arasında sıkışıp kalmış olmasıdır. Tophane’deki galerilerin gazetelerdeki bazı açıklamalarında mutenaşlamanın farkında olduklarını ama yine de sadece kendilerini düşündüklerini görüyoruz: "Kiraların ucuz olması" ve "tabii ki dikkatli" oldukları, "çünkü bu sürecin galerileri de yerinden edeceği" gibi açıklamalar yer alıyor. Biliniyor ki, Oda Projesi de benzer bir süreçten geçti, daha henüz Galata yavaş yavaş mutenalaşmakta idi. Oda Projesi kapılarını ilk kez açtığında, konukların "burada evler ne kadar?" diye sormasıyla birlikte, ince bir ip üstünde hareket ettiğimizi anlamış ve artık geri dönülmez bir sürece girivermiştik. Ama Oda Projesi açılmadan önceki mahalle deneyimimizde de zaten yaşam biçimlerimizin farklılıklarına olduğu kadar ortaklıklarına da odaklanmaya çabalıyorduk; eleştirel ve dönüştürücü bakışımızı korumaya çalışarak. Ama sonuç olarak Galata mutenalaştı. Dolayısıyla salt mahalleyle ilişki kurarak mutenalaşmanın engellenemeyeceğini de ifade etmek gerekir.
Bu noktada sanatın/sanatçının sorumluluk alanını da yeniden tarif etmek gerekiyor. Mutenalaşma çalışmalarını yaratan makro politikalara, yukarıdan bakan planlamacı bakışa karşılık, mahallenin kendine özgü potansiyellerinin farkına varmak yeterli olmasa da en azından bu farkındalık için çaba göstermek gerekir. Mahalleyle ilişki kurmak, mekanın sırf kullanıcısı ve tüketicisi değil, üreticisi olmak çok uzun ve sabırlı olmayı gerektiren bir süreç ve yoğun bir çabadır.
Bu koşullar altında, Oda Projesi olarak hiçbir tarafta yer alamayacağımızı beyan etmek istiyoruz. Şiddeti kınıyoruz, galerilerin tutumunu da kaygı verici buluyoruz. Açılışta yaralananlar arkadaşlarımızdı, şiddeti anlamak ve kabul etmek mümkün değil. Ama verilmiş tepki üstüne hep birlikte düşünmemiz gerekir. Şiddeti yaratan koşullara tekrar tekrar bakmak gerekir.
Tophane deneyimini, sadece bir “vandallık”, “terör”, “eşkiyalık” olarak bakılacak bir durum olarak tanımlayıp bırakmak yerine kültür üreticileri olarak kendimize, mekanımıza, alışkanlıklarımıza ve terminolojimize; makro kent politikaları ile olan ilişkimize yeniden bakmak ve yenilenmek için bunun bir fırsat olduğunu görelim. Güncel sanat alanında üretimde bulunurken kamusal alan ve gündelik hayatın içinde hareket ederek, eleştirel bakan biz sanat üreticilerinin; mahalleli ve sanatçılar olarak "karşılıklı çikolata yedik ve barıştık" demeden, bir an önce biraraya gelerek fikir alışverişinde bulunması gereklidir.
Çok önemli not: Bu yazı, olayları çok taraflı bir biçimde yansıtan medya ve kısmen internet ağlarındaki beyanların ardından yazıldı. Yanlış anlaşılmış noktalar olabilir, dolayısı ile yüz yüze gelmenin acil olduğunu düşünüyoruz.
* düzelti: http://www.tophaneart.com/sitesinden basın açıklamasının Türkçe, İngilizce ve Almanca'sına ulaşabilirsiniz.
Oda Projesi
oda.projesi@gmail.com
Eylül 2010
Bu coğrafyada yaşayıp çalışan entellektüellerin genellikle kendinden farklı olan kişilerle ilişkiye geçmemesi, geçememesi, kendisini hep "öğreten" ve “başka” konumunda görmesi bugünkü olayların birçok nedeninden biri. Türkiye'de neredeyse gelenekselleşmiş olan sürekli bir karşılıklı dışlama potansiyelinin sonuçlarını yaşadığımızı düşünüyoruz.
Tophane’deki sanatçıların ve galeri sahiplerinin tümünün, mahallesiyle Oda Projesi deneyimi benzeri bir ilişkiye geçmesi zorunlu ve gerekli değildir elbette. (Bu deneyim yüzyüze, diyalog halinde, karşılıklılığı ve dinlemeyi ön plana alan, mekan kullanımlarına dikkat eden, özel ve ortak alanların hassas dengeler ile nasıl içiçe geçebildiğini gören, ve buna göre kimilerince “yumuşak” olarak değerlendirilen ilişki kurma ve üretme biçimleri üzerine düşünen bir deneyim; halihazırdaki gündelik yaşam pratiklerine saygı duyan zor bir bakış.) Ama özellikle Outlet, Depo ve Galeri Non gibi politik işlere ev sahipliği yapan duyarlı galerilerin/sanat mekanlarının, bulundukları çevrenin sosyal dokusunu gözetmekte o kadar da duyarlı davranmamış olması şaşırtıcıdır. "Tophane Art Walk" başlığının ve böylesine şok edici bir olayın ardından kaleme alınan basın açıklamasının yazılı versiyonunun veya internette yayılan metninin sadece İngilizce olması da düşündürücüdür. Başka dünyaları kapsamaya çalışırken, dışlamış olabileceklerimize dönüp bakmak gerekiyor, hele ki bu kişilerle aynı mekanı paylaşıyorsak. Örneğin Tophane galerileri, sanatçılar ve sanat izleyicileri imzalı basın açıklamasındaki*, tam Türkçeye çeviremediğimiz, bir kavram olan "community projects" olarak neyin kastedildiğini ve neler yapıldığını merak ediyoruz. Yine aynı basın bülteninde "şiddetin kabul edilemezliği"nin İstanbul’un “kültür başkenti” olmasına bağlanması da güncel sanatın ve güncel politikanın nasıl da birlikte, el ele kol kola hareket edebildiğini göstermektedir. Sanatçı ve galericiler neden hemen “taraf”larına geçtiler, neden işlerine yansıyan politik, eleştirel ve soğukkanlı bakışı bu olaya bakarken ve olayı açıklarken koruyamadılar? Radikal, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinin neredeyse tüm Tophane halkına yönelik, kutuplaşmayı destekleyen manşetleri, mutenalaşma anlamında hassas bir konumda olan Tophane'de yaşayanlara dair "bu insanlar buradan gitmeli" anlayışını meşrulaştırmıyor mu? Galeriler beyanlarında buna dikkat ediyorlar etmesine, ama medyanın bugünkü söylemi ya şiddeti, ya da insanların yerinden edilmesini meşrulaştırıyor.
Olayın sürekli yadsınmaya çalışılan ve "şiddeti meşrulaştırma" çalışması olarak nitelendiğinden, tartışılmasından neredeyse suçluluk duyacağımız başka bir boyutu ise, Tophane'nin bugün hızla mutenalaşmakta olan Galata, aşağıdan Karaköy ve özellikle İstanbul Modern ve Galataport projesi ile ve yukarıdan Galatasaray-Yeni Çarşı caddesi arasında sıkışıp kalmış olmasıdır. Tophane’deki galerilerin gazetelerdeki bazı açıklamalarında mutenaşlamanın farkında olduklarını ama yine de sadece kendilerini düşündüklerini görüyoruz: "Kiraların ucuz olması" ve "tabii ki dikkatli" oldukları, "çünkü bu sürecin galerileri de yerinden edeceği" gibi açıklamalar yer alıyor. Biliniyor ki, Oda Projesi de benzer bir süreçten geçti, daha henüz Galata yavaş yavaş mutenalaşmakta idi. Oda Projesi kapılarını ilk kez açtığında, konukların "burada evler ne kadar?" diye sormasıyla birlikte, ince bir ip üstünde hareket ettiğimizi anlamış ve artık geri dönülmez bir sürece girivermiştik. Ama Oda Projesi açılmadan önceki mahalle deneyimimizde de zaten yaşam biçimlerimizin farklılıklarına olduğu kadar ortaklıklarına da odaklanmaya çabalıyorduk; eleştirel ve dönüştürücü bakışımızı korumaya çalışarak. Ama sonuç olarak Galata mutenalaştı. Dolayısıyla salt mahalleyle ilişki kurarak mutenalaşmanın engellenemeyeceğini de ifade etmek gerekir.
Bu noktada sanatın/sanatçının sorumluluk alanını da yeniden tarif etmek gerekiyor. Mutenalaşma çalışmalarını yaratan makro politikalara, yukarıdan bakan planlamacı bakışa karşılık, mahallenin kendine özgü potansiyellerinin farkına varmak yeterli olmasa da en azından bu farkındalık için çaba göstermek gerekir. Mahalleyle ilişki kurmak, mekanın sırf kullanıcısı ve tüketicisi değil, üreticisi olmak çok uzun ve sabırlı olmayı gerektiren bir süreç ve yoğun bir çabadır.
Bu koşullar altında, Oda Projesi olarak hiçbir tarafta yer alamayacağımızı beyan etmek istiyoruz. Şiddeti kınıyoruz, galerilerin tutumunu da kaygı verici buluyoruz. Açılışta yaralananlar arkadaşlarımızdı, şiddeti anlamak ve kabul etmek mümkün değil. Ama verilmiş tepki üstüne hep birlikte düşünmemiz gerekir. Şiddeti yaratan koşullara tekrar tekrar bakmak gerekir.
Tophane deneyimini, sadece bir “vandallık”, “terör”, “eşkiyalık” olarak bakılacak bir durum olarak tanımlayıp bırakmak yerine kültür üreticileri olarak kendimize, mekanımıza, alışkanlıklarımıza ve terminolojimize; makro kent politikaları ile olan ilişkimize yeniden bakmak ve yenilenmek için bunun bir fırsat olduğunu görelim. Güncel sanat alanında üretimde bulunurken kamusal alan ve gündelik hayatın içinde hareket ederek, eleştirel bakan biz sanat üreticilerinin; mahalleli ve sanatçılar olarak "karşılıklı çikolata yedik ve barıştık" demeden, bir an önce biraraya gelerek fikir alışverişinde bulunması gereklidir.
Çok önemli not: Bu yazı, olayları çok taraflı bir biçimde yansıtan medya ve kısmen internet ağlarındaki beyanların ardından yazıldı. Yanlış anlaşılmış noktalar olabilir, dolayısı ile yüz yüze gelmenin acil olduğunu düşünüyoruz.
* düzelti: http://www.tophaneart.com/sitesinden basın açıklamasının Türkçe, İngilizce ve Almanca'sına ulaşabilirsiniz.
Oda Projesi
oda.projesi@gmail.com
Eylül 2010
20100924
GÜLSUYU-GÜLENSU DÜKKANINDAN HABERLER
24 temmuz 2009'da Kültürel Aracılar projesine ev sahipliği yapmak üzere kiralanan dükkândan, proje ekibi olarak 29 eylül 2010'da ayrılıyoruz.
Sabire Hanım ve eşi Haydar Sezgin'in, 40-45 yıl önce Sivas'tan Üsküdar'a oradan da Gülensu'ya ilk geldiklerinde toprak arsanın üzerine briket kullanarak yaptıkları gecekondunun ardından bu dükkân inşa edilmiş. Dükkân, önce bir otomobil garajı, depo ve daha sonra ise tuhafiyeci olarak kullanılmıştır. Kültürel Aracılar'a ev sahipliği yaparken bir buluşma yeri olan bu mekân; birçok sözlü tarih çalışmasının, etkinliğin, atölye çalışmasının, sunumun izlendiği, birlikte kurgulandığı bir alan olmuştur. Proje dükkânda sonlanırken, bizler bu çalışmanın dokümanter kitabı ve mahalleye dair bir sözlü tarih kitabı üzerine çalışıyor olacağız.
Kültürel Aracılar ekibi olarak misafirperverliğinden dolayı tüm mahalleye, mahalleliye, buluşmalara katılan, katkıda bulunan; projeyi destekleyen, eleştiren herkese teşekkür ederiz.
Kültürel Aracılar ekibi
Ece Sarıyüz, Nikolaus Hirsch, Philipp Misselwitz, Oda Projesi
Sabire Hanım ve eşi Haydar Sezgin'in, 40-45 yıl önce Sivas'tan Üsküdar'a oradan da Gülensu'ya ilk geldiklerinde toprak arsanın üzerine briket kullanarak yaptıkları gecekondunun ardından bu dükkân inşa edilmiş. Dükkân, önce bir otomobil garajı, depo ve daha sonra ise tuhafiyeci olarak kullanılmıştır. Kültürel Aracılar'a ev sahipliği yaparken bir buluşma yeri olan bu mekân; birçok sözlü tarih çalışmasının, etkinliğin, atölye çalışmasının, sunumun izlendiği, birlikte kurgulandığı bir alan olmuştur. Proje dükkânda sonlanırken, bizler bu çalışmanın dokümanter kitabı ve mahalleye dair bir sözlü tarih kitabı üzerine çalışıyor olacağız.
Kültürel Aracılar ekibi olarak misafirperverliğinden dolayı tüm mahalleye, mahalleliye, buluşmalara katılan, katkıda bulunan; projeyi destekleyen, eleştiren herkese teşekkür ederiz.
Kültürel Aracılar ekibi
Ece Sarıyüz, Nikolaus Hirsch, Philipp Misselwitz, Oda Projesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)